Bir an…
Bir anda çatlar tohum. Sonra filiz yavaş yavaş toprağın altında yol alır hiç görmediği güneşe doğru.
Tohum, çiçek olacağını bilir mi acaba? Yoksa içinden gelen ses mi güneşin peşine düşürür onu? Toprağın altında, karanlığın zifirisinde, öldüğümüzde gömüldüğümüz yerde bir filiz güneşi arar, hayat bulmak için yukarıya çıkmayı arzular. Belki güneşi de bilmez, belki çiçek olmayı hayal bile edemez. Yalnızca bir sestir onu yücelten. Henüz sessizlikte duran, fakat tüm sesleri birdenbire susturuveren gizli ama kuvvetli bir ses… Tohumu çatlatan güç, içbükey bir sese dönüşür içinde.
Ve işte bir an…
Çatladığı an tohum ölmüştür artık. Ve filiz doğmuştur doğaya. Oysaki tohumdu önceden. Yasını tutmaz tohum olarak bildiği varlığının. Artık kendisinin dışındadır tamamen, yol alacaktır nereye gittiğini bilmeden. Mecburdur kendisini zorlayarak uzamaya güneşe doğru. Yoksa toprağın derinliklerinden hiç çıkamayacak, çürüyüp gidecektir. Ölüp gidecektir güneşi göremeden, birçokları gibi hiç yaşamadan gömülüp gidercesine…
Kimse görmez, kimse bilmez toprağın altında doğup yine orada ölenleri. Güneşten habersiz çürüyüp gidenleri.
Bebek yavaş yavaş büyür ana karnında. Sancıyla doğar. Yavaş yavaş büyür çocuklar düşe kalka, yavaş yavaş yaşlanır insan. Ama kaç yaşında olursa olsun bir anda ölür herkes. Ölüm bir anda keser nefesi.
Karabulutlar yavaş yavaş birbirinin içine geçer. Ama şimşek birden çakıverir. Bir an için aydınlatır gökyüzünü ve sönüp gider. Bir yıldız ansızın kayıp gider. Ardında kalırsa, sadece bir dilek kalır. İnsan sonsuzca yaşar kısacık ömrünü ama ölüm bir anda son verir sonsuzluğa. Yeni bir hayat başlar, başka bir sonsuzlukta. Ardında kalırsa, sadece bir dua kalır…